25 Haziran 2010 Cuma

Ben de Kürdüm

Birinci tekil şahıs olarak duyulsa da, üçüncü tekil/çoğul şahıs olarak zaman zaman rastlanan vurgulama. Nedir efendim birinci tekil şahısta ifade edilen şekli;ben de kürdüm diye bir cümle başlar ve ardına "ama"lı cümleler sıralanır. ve ardı ardına sıralanan cümleler çoğu zaman bu vurgunun sahibinin kendi cümleleri de değildir. Beyne zerkedilmiş fikriyatın bir savunma mekanizması sürecindeki tezahürüdür. Oysa Kürt olmak, Kürt sorununa taraf olunduğu anlamına gelmiyor. Bu kürdüm vurgusu ile başlayıp ama ile devam eden cümleler tam da muktedirin istediği, duymak istediği merciden dile gelen cümlelerdir. Ha bunları dile getiren bunun farkında mıdır? Çoğunlukla değildir. Kimi zaman geliştirilen savunma mekanizmaları, kimi zaman olağan şüpheli durumuna düşülen bir durumda[hala yeri geliyor bunu derken buluyorum kendimi] ama her halükarda muktedirin diline teslimiyetin ifadesidir.

kürt olmak kürt sorununda taraf olunduğu anlamı taşımıyor dedik. Kürt sorunu bu ülkede kendi kimliği ile var olmak isteyenlerin sorunudur. Ve sorunun tarafları da kimliğinden vazgeçmek istemeyenler ve muktedilerlerdir. Dolayısı ile "Ben de kürdüm" demekten ziyade sonrasında gelen cümleler bu sorunda hangi tarafta olunduğunu belirliyor. Aynı şey Alevi sorunu, ya da türban sorunu gibi konularda söylenen "dahi anlamında de" içerikli cümleler kuran ve kendini doğal olarak bu sorunun tarafı olarak görenler için de geçerli. "Benim annem de başörtülü" ama türban yasağını savunuyorum demek muktedirin dediklerini tekrardan öte değildir. Ya da ben de aleviyim deyip muktedirlerin ezberi tekrarlanınca da bu problemde aleviden yana olunmuyor.

Örneğin akp'nin 70 kürt milletvekilinin olması devletin ezberinden kurtulunmadıkça Kürt sorununda taraf olduğu anlamı taşımıyor. Ya da CHP'nin başında Kürt ve Alevi birinin olması da devletin dilinden  kurtulmadıkça taraf olduğu anlamına gelmiyor. Evet kürt sorununun ana akım taşıyıcısı BDP/DTP çizgisi ama bunun ordan da yeterince temsiliyet bulduğunu söylemek mümkün değil.

http://www.radikal.com.tr/radikal2/iyi_cocuk_kurt-970118
Bunun, "..de kürd-", Üçüncü tekil şahısta ifadesi de, ölen askerlerin ardından yakılan ağıtlar Kürtçe olunca, "şehitler de kürt" gibi bir alt metinle ortaya çıkmakta. Oysa bu durumda da şiddetin mağdurunun Kürt sorununda taraf olduğu anlamı taşımıyor. Burda eğer bir taraf olma durumundan bahsedilecekse o da pkk sorununda taraf olma durumudur. Yani bir kişinin[burda kürdün]
Kürt sorununun uzun vadedeki bir sonucu olan pkk konusunda mağdur olması, kürt sorunu konusunda devlet ile aynı tarafta olduğu anlamı taşımıyor. Tersine sorunun kaynağı olduğu gibi çözmesi gereken de devlet olduğu için, ve bu konuda ağır davrandığı için, hem kürt sorunu konusunda hem de sorunun bir yansıması olan pkk ve terör[kaynağı hangi taraf olursa olsun oluşan şiddet ortamı] sorunu konusunda da mağdur konumuna düşüyor. Ve kürt sorununda taraf olsun olmasın bu sorun yansımaları yalnız türkiyeyi değil, tüm ortadoğuyu, hatta küresel genişlikte dünyayı içine almakta. Ha bu sorundan etkilenenler de çoğunlukla mağdur ve mazlum pozisyonunda oluyor ama azınlıkta olsa bundan nemalanan da var. Kürt sorununda mağdur pozisyonunda olan zaten mağdur bu konuda, hem pkk hem kürt sorunu konusunda taraf olanlar katbekat mağdur pozisyonunda zaten. bu konuda muktedirden taraf olanlar da çoğunlukla kazanan tarafta değil. Gün geliyor en yıkıcı haliyle yüzleşmekte bu sorunla.

Kısaca kürt sorunu çözülmedikçe, sorunun tarafları ikna olmadıkça, bu sorundan nemalanan azınlık bir kesim dışında, sorununun kazananı yok. Hal böyleyken "ben de kürdüm" deyip muktedirin diline teslim olmak sorunu çözmüyor. Dahi anlamında de içeren cümlelere konu olan diğer kimlik sorunları gibi.

6 Haziran 2010 Pazar

Mavi Marmara ve Otoriteden İzin

Dindarların, maalesef, otorite algısının bir kez daha ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lakin yine de bu topraklardaki dindarlar tarafından bir din devleti olarak görülen Osmanlı'nın devamı olarak görülen Türkiye'nin, ulul emr, dolayısı ile kayıtsız şartsız itaat merci olduğu bir nebze anlaşılabiliniyordu. Bugün Türkiye'deki dindarlar arasında devlete karşı getirilen eleştriler çoğu zaman en hafif tabir ile bu ulul emre itaatsizlik kategorisinde incelenir. Üstelik bu her yelpazede dindarda görülen bir eğilimdir. Dindar, milliyetçi-dindar, dindar-milliyetçi, hangi cenahtan olursa olsun, tc dar'ul harp olarak görülüyor olsa dahi, ona karşı, kendileri dışında, yapılan itaatsizlik hoş karşılanmaz. yani bu veçheden bakıldığında türkiye'deki otoritenin kutsanması, bir dereceye kadar yorumlanabilir, tevil edilebilir.

Lakin küresel otoritenin kutsanması, ona karşı başkaldırının mahkum edilmesi pek tevil edilebilecek bir şey değil. Otorite denilen bütün kötülüklerin anası olan ulus-devletler ise vay halimize. Ki otorite olarak algılanan bu ulus devletler yeryüzüne çıktığından beri fitne fesat, kin-nefret yeryüzünün hiçbir noktasında eksik olmadı. Buna, dindarların her fırsatta kutsadığı, Osmanlının devamı olarak görülen türkiye'de dahil. Yani, evet bugün yeryüzündeki hiçbir ulus- devlet ulul emr değildir, olamaz da. Hele hele bu Gazze'ye zulm etmeyi kendilerine bahşedilmiş bir hak olarak gören İsrail ise hiç değil.

Devletler yerine bugün cemaatlerin insanlığın barışına daha fazla hizmet edebileceğini düşünüyorum. Cemaat derken bu illa dini olacak diye bir kaide yok. İnsanı, vicdanı ilk plana alan, Gazze örneğinde olduğu gibi, yapılan zulme isyan eden her türlü "güc"ün kotrolünde olmayan, sivil toplum kuruluşudur kastım. Gazze gibi insanlık dramları ulus devletlerin vicdanına, ki vicdanlarının olmadığı kısa bir özgeçmiş incelemesinden rahatlıkla görülebilir, bırakılmayacak kadar ciddi meseleler. Gazze de yaşanan drama kim dur diyecek? Her seferinde adı ile zıt bir şekilde, bir kaç ulus devletin yaptığı suçlara kılıf uydurmaktan başka bir işe yaramayan birleşmiş milletler mi?, İsrail in hamisi ABD mi, ya da Gazze deki zulmü haklı çıkarmak için herşeyi mübah gören israil in kendisi mi? İsrail'den izin almak, işlediği suçlara meşruiyyet kazandırmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir.